Tarih 2008, Fotoğraf Atölyesi haftalık gezi programını Edirne Kırkpınar olarak açıkladığında, çocukluğuma dönmüştüm. Eskiden 3 gün süren düğünlerin son günü harman güreşleri yapılırdı. Baş pehlivan olmak için kıyasıya mücadele eden güreşçileri izledikçe onlara özenir, tutmasalar ben de meydana inmek isterdim. Tutmasalar belki de güreşçi olmuştum.
Heyecan ile Kırkpınar’a yol almaya başladık…
Edirne’ye varan yol, usul usul geçmişin kapılarını aralıyor. Rüzgârın taşıdığı kavruk ayçiçek kokusuna, uzaklardan gelen bir davul sesi eşlik ediyor. Zaman sanki yavaşlıyor, modern dünyanın gürültüsü geride kalıyor. Sarayiçi’ne yaklaştıkça, yalnızca bir şehre değil, asırlardır devam eden bir efsanenin kalbine doğru ilerlediğinizi hissediyorsunuz.
Kırkpınar… Yağlı güreşin, çayırın, ayçiçek yağının, mertliğin ve alın terinin adıdır. Her Temmuz, güneşin yakıcı ışıkları altında, çayıra çıkan pehlivanlar yalnızca rakipleriyle değil; zamana, yorgunluğa ve bazen kendi gölgeleriyle güreşir. Onların derisinde parlayan yağ, sadece bir gelenek değil, aynı zamanda bir abide olarak yükselen azmin anıtı gibidir; “Yarış adil olsun, zafer hak edene gitsin.”
Sarayiçi, o yemyeşil çayır, bir arenadan çok bir sahnedir aslında. Her hamle, her kilit, binlerce yıllık bir destanın satırları gibi okunur orada. Cazgırların tok sesleri yankılanırken, seyircinin yüreği bir ritim tutar; kimi zaman heyecanla çarpar, kimi zaman gururla dolar. Ve ne gariptir, o geniş kalabalığın içinde insan kendini hiç olmadığı kadar yalnız ve hiç olmadığı kadar ait hisseder.
Bir güreşçinin yere dokunan alnı, yalnızca toprağa değil, tarihe değiyor sanki. Başpehlivan olmak, madalyadan öte, halkın gözünde “yiğit” sayılmak demektir. Çünkü Kırkpınar’da zafer, bilekte değil, yürekte taşınır.
Günün sonunda Edirne sokaklarında yürürken, sadece bir etkinlik izlediğimi değil, bir rüyaya tanıklık ettiğimi düşündüm. Selimiye’nin gölgesinde, Meriç’in kıyısında ve o kutsal çayırda dolaşan geçmiş; bir anlığına bana dokundu, gözlerimin içine baktı ve yola devam etti.
Kırkpınar’a gitmek, bir yolculuktan çok bir dönüş aslında. Köklerimize, kültürümüze, biz yapan değerlere… Ve bir kere oraya vardığınızda, her yıl aynı yola düşmek istersiniz. Çünkü bazı çayırlar sadece yeşil değil, aynı zamanda kutsaldır.
Yorumunuz için teşekkür ederim.