Vapurda karşılaştım onunla... Akşam saatleriydi, ada dönüşü bir yolculuk başladı. Pencereden sabit dışarı bakıyordu. Omzunda bir çantası ve diğer elinde sımsıkı tuttuğu bir valizi... Ayaktaydı. Yüzünde yılların sertliği ama aynı zamanda sabrın izi. Çok şey yaşamış birinin bakışlarıydı o; içinde fırtına olan ama dışı sessiz duranlardan...
Çekinerek yaklaştım. “Teyze boş yer var, istersen otur,” dedim. Gözlerini çevirdi bana. O an yüzü yumuşadı. İnce bir tebessümle “Yok evladım, böyle iyi,” dedi. Sesi sıcaktı, içten… Ve bir anda o sert kadın gitti, yerine güleç yüzlü, konuşmaya açık bir teyze geldi.
Memleketini sordum, “Rize,” dedi gururla. Çengelköy'de evim... Sonra ekledi: “Kızıma uğradım, şimdi dönüyorum. Gezerim ben böyle, İstanbul, o ada senin bu ada benim… Yaşamayı çok seviyorum.”
Yüzündeki çizgiler zorluklarla geçen bir ömrün haritası gibiydi. O küçük valiz, içinde ne vardı bilinmez… Belli ki sadece kıyafet değil, özlemler, mektuplar, belki birkaç eski fotoğraf, belki de vedalar vardı.
Sohbet ettikçe hissettim: bu bir dönüş değil, bir tür vedaydı belki de. Camdan adaya bir kez daha baktı uzun uzun. İçinde belli belirsiz bir hüzün… Belki o bakış bir teşekkürdü, bir helalleşme…
Elinde valizi ile inen yolcular arasında kayboldu, gitti.
Yorumunuz için teşekkür ederim.