Son zamanlarda içimde sürekli büyüyen bir boşluk var. Ne zaman televizyonu açsam, sosyal medyada bir haber görsem, yüreğimin bir köşesi daha eksiliyor, yeni boşluklar oluşturuyor sanki. Ekonomi, adalet, eğitim, sağlık… Her taşın altından başka bir umutsuzluk fışkırıyor. Gün geliyor, elim kolum bağlanmış gibi hissediyorum. O kadar ağır geliyor ki bu topraklarda yaşamak, bir ses içimden fısıldıyor: “Bırak, git… Nefes alacak başka yerler bul kendine.”
Ama sonra, bir şey oluyor. Bir sokak tabelası...
Bir duvarın dibine gizlenmiş, doğanın sarmaladığı o küçük tabela:
“Yatır var (çarpılırsın). Lütfen ÇÖP atma.”
Bir tabelada, bir tebessümde ve en çok da o hiç susmayan iç sesimizde:
“Vazgeçme.”
Ve bu defa da öyle olacak.
Önce gözlerim kısılıyor. Küçük bir tebessüm yayılıyor yüzüme. Sonra o tebessüm büyüyor, içimde başka bir şeyin kapısını aralıyor: Umudun.
Çünkü o tabela sadece bir "çöp atmayın" uyarısı değil. O tabela, aslında çaresizliğin nasıl yaratıcılıkla el sıkıştığının kanıtı. Modern dünyanın tüm çözümleri tıkandığında, insanoğlumuz hâlâ pes etmiyor. Yeni bir yol buluyor. Belki bilimsel değil, belki “batıl” diye küçümsenecek ama işe yarıyor mu? Yarıyor işte. O küçük tabelada, tükenmek üzere olan bir sabrın, ama hiç tükenmeyen bir zekânın izleri var.
Her umutsuzluktan sonra silkelenip yeniden başlama cesareti. Her hayal kırıklığının ardından yeni bir umut yeşertme yeteneği. Tıpkı o tabelanın çevresini saran yeşil sarmaşıklar gibi… Ne kadar budarsan buda, yeniden filiz verir. Ve her defasında, daha da güçlü tutunur hayata.
Ve belki de, umut tam da burada başlıyor:
Yine yürümeye başladım. Gökyüzü hâlâ aynı, gündem hâlâ yoğun. Ama adımlarım da yüreğim daha ferah. Çünkü biliyorum, biz her seferinde yeniden başlarız.
Yorumunuz için teşekkür ederim.
Fakirin ekmeği
YanıtlaSilUmut
Sil