Sokaklar çocuklara aitti. Toprak zeminlerde misket yuvarlamak, taşlardan kaleler yapmak, seksek çizgileri çizmek, evin salonu, mutfağı annesi babası ile evcilikler kurmak. Bu oyunlar, yalnızca eğlence için değil, aynı zamanda dostlukların, arkadaşlıkların, paylaşımların harcını ve mayasını oluştururdu. Mahalledeki her çocuk, bir diğerinin kardeşi gibiydi; bazen kavga edilir, bazen de barışılır ama dostluk hep baki kalırdı.
Mahalle bakkalları, bir çocuğun düş mekanlarıydı. Raflarda sıralanmış renkli sakızlar, parlak ambalajlı şekerler ve gazoz şişeleri… Hepsi küçük birer hazineydi. Elindeki bozuk parayla uzun uzun seçim yapmak, yettiği kadarını almak, hepsi tatlı bir mutluluğa dönüşürdü. Leblebi tozunun ağızda bıraktığı duygu, şekerli limonatanın ferah bir serinlik bıraktığı o günler, çocukluğun tatlı bir melodisi gibiydi.
Kara tahtadan uçuşan tebeşir tozu, beslenme çantasındaki peynir kokusu, kömür sobasından gelen is kokusu, öğretmen gelene kadar yapılan yaramazlıklar. Teneffüslerde başlayan koşuşturmalar, bahçede ip atlamalar, taşlarla belirlenmiş kale direklerinde oynanan futbol maçları… Bu manada okullar, sadece bir öğrenme yeri değil, aynı zamanda yeni maceraların başlangıç noktasıydı.
Hayat, aslında bir oyun, her oyun da bir hayat dersiydi.
Akşamüstleri ise ayrı bir ritüeldi. Güneş, ufukta yavaş yavaş kaybolurken, çocuklar yorgun ama mutlu evlerine dönerdi. Ellerinde misket torbaları, toz toprak içinde kalan bedenleri ve oyunlardan kalan gülümsemeleriyle annelerinin hazırladığı sofralara koşarlardı. Gülümsemeler pencerelerden yayılan yemek kokularına ve sokağın sesine karışırdı.
O yıllar, zamanın hızlı akışından uzakta, adeta ağır çekim bir film gibi akardı. Çocukların hayatında, bugünün karmaşık dünyasının aksine, sadeliğin kendisi hakimdi.
1990’larda çocuk olmak, sadece bir dönemi yaşamak değil, dünyanın masumiyet coğrafyasında gezinmek demekti. O çağın çocukları, sokakların kahkahaları, toprağa sinmiş dostlukları ve tarif edilemez anılarıyla büyüdü. Ve belki de en güzel tarafı, bu anıların zamanla bir masala dönüşmesiydi. Bir gün, kendi çocuklarına anlatacakları bir masal… Çünkü 1990’larda çocuk olmak, yalnızca yaşanabilir, anlatılamaz bir güzellik barındırıyor içinde.
Yorumunuz için teşekkür ederim.