Bugün Yalova'nın üstüne çöken o ağır gri bulutlar, adeta "Bugün Yalova bize göre değil" der gibiydi. Güne uyanır uyanmaz, pencerenin önüne geçip bulutları izledim. Ne güneş vardı, ne de hafif bir esinti... Sanki hava bile biraz miskinlik kokuyordu.
Evde kalmaya karar verdim. Hava, "Bugün yavaşla" diyen bir dost gibiydi. Kahvemi yaptım, elimde bir fincan kahve sıcaklıkla koltuğa kurulup pencereden dışarıyı seyrettim.
İçeride huzurlu bir sessizlik vardı. Ara sıra, rüzgarın hafifçe pencereye vurması dışında bir ses yoktu. Bazen böyle durup hiçbir şey yapmamak, kendimize zaman ayırmak lazım. Yalova'nın kasvetli havası aslında bir fırsattı: Koşmadan, telaşsızca bir gün geçirmek için.
Kitaplar raflardan göz kırptı. Kitaplardan bir tanesini seçip okumak istedim fakat en alt raftaki Ot Dergisi Nisan sayısını okumaya karar verdim.

Karşıt görüşlü bu iki büyük ismin İstanbul Ceza ve Tevkif Evi'nde tanışmaları, aynı koğuşu paylaşmaları ve sonrasında Necip Fazıl’ın, Sabahattin Ali’nin yazılarını Ağaç Dergisi'nde yayımlaması, tarihin o ilginç ironilerinden biriydi.
Bu yazı, edebiyat tarihimizin sadece satır aralarında gizlenen dostluklarına dair çok değerli bir pencere açıyordu.
Okumanızı özellikle tavsiye ediyorum: Gerçekten düşündürücü ve öğretici bir yazı.
Yorumunuz için teşekkür ederim.